Yorum: Köpek Düşleri (Wolfe Brothers, #1) - Markus Zusak

Adı: Köpek Düşleri
Orijinal Adı: Underdog
Yazarı: Markus Zusak
Yayınevi: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 160
Goodreads Puanı: 3.40
Seri: Wolfe Brothers #1
Puanım: 2/5

Yalnızca gözyaşlarıyla yıkananlar kazandım diyebilir!

Adım Cameron Wolfe.
Şehirde yaşıyorum.
Okula gidiyorum.
Kızlarla aram hiç iyi değil.
Biraz akıllıyım.
Pek fazla sağduyum yok.

Markus Zusak, Köpek Düşleri'nde hiç istemediği bir hayata gözlerini açan bir çocuğun çırpınışlarına odaklanıyor. Arızalı çocukların acımasız dünyasına adım atan yazar, erkeklik hallerinin sert ve bilinmeyen kuralları üzerinde durarak, dibe vurmaktan çekinmeyenlerin korkusuz hikâyelerini mizah yüklü bir dille ele alıyor.

Okuduğum ilk Markus Zusak kitabı olan Köpek Düşleri, ne yazık ki bende umduğum etkiyi yaratmadı. Yazar hakkında sıralanan övgülerden dolayı bir beklentiyle, bir umutla başlamıştım kitaba fakat kısa olmasına rağmen bitirene kadar canım çıktı ve can sıkıntısından ölecek duruma geldim.


Kitap, 15 yaşında, ergenlik çağının ortalarını yaşayan, Cameron Wolfe adlı bir oğlan çocuğunu anlatıyor. Cameron'ın kendinden büyük üç kardeşi var, Steve, Sarah ve Ruben. Yaşları birbirine en yakın olduğundan, Cameron ve Ruben sürekli beraberler. Çoğunlukla başlarını belaya sokuyorlar, saçma sapan işlerle uğraşıyorlar ve kitaptaki ortalama erkek çocuğunun yaptığı diğer şeyleri yapıyorlar.

Bu kitabı sevmemiş olmamın birçok nedeni var fakat çoğu bir ana nedenden doğuyor: Cameron'ın hayatı, benim hayatıma zerre benzemiyor. Çoğunlukla, bize benzemeyen, hatta bizden ölesiye farklı karakterlerin hayatlarını okumanın bir okuyucuya büyük katkılar sağladığı söylenir fakat bu kitapta işler pek öyle işlemedi. Açıkçası, bana hiçbir şekilde benzemeyen bu çocuğun hayatını okurken çoğunlukla sıkıldım. Bir olay örgüsü yoktu. Kitabı okuyordum okumasına ama neden? Bunu okumak beni hangi sonuca götürecekti? Cameron her ne kadar kitabın sonunda kendisi için bir sonuca varmış olsa da, kitabın okuyucusu olan ben için pek bir şey değişmemişti.

Cameron, çevremdeki kimseye de benzemediği için, onunla empati yapmam zorlaştı, yer yer imkansızlaştı. Tanıdığım 15 yaşındaki erkeklerden hiçbiri Cameron karakterini andırmıyor. Karakterin kafa karışıklığı, sanırım onunla ilgili olarak anlayabildiğim tek şey. Bikini dergisindeki kızlara bakıyor, sonra o kızlara baktığı için kendine kızıyor. Ruben'le beraber sorun yaratıyor, sonra Ruben'le beraber sorun yarattığı için pişman oluyor. Ve daha birçok başka durum. Ama ne kavgacı kişiliğini, ne yer yer içinde bulunduğu aşağılık kompleksini, ne de ondan para isteyen eski bir arkadaşına elinde bulunan tüm parayı vermesini anlayamadım. 

Anlayamadığım şeyler listesi bu kadarla sınırlı değil tabii. Babasıyla beraber çalıştığı bir evde, Rebecca adlı bir kızla tanışıyor ve kızla birkaç dakikalık bir tek cümle sohbeti sonrasında, kıza aşık oluyor. Kız, dergilerde gördüğü kadınlardan farklı olarak gerçek olduğu için hem de. Uzun uzun, bu kızla ilgili gerçek şeylerin bir listesini yapıyor hatta. Sonra, hayatının büyük bir kısmını Rebecca'nın iyi olması adına dua ederek, Rebecca'yla konuşursa ne yapacağını planlayarak ve Rebecca eğer bir şekilde ona ilgi gösterirse, onu nasıl incitmeyeceğini tekrarlayarak geçiriyor.

Ve tabii rüyalar. Kitabın adı boşuna Köpek Düşleri değil; kitabın yazarı olan Cameron, her bölümün sonunda bir rüyasını anlatmayı ihmal etmiyor. Rüyalar, gencin bilinçaltına bir pencere sunarken, açıkçası bilinçaltına zerre ilgi duymadığımdan, okurken beni sadece sıktı. Hatta bazı rüyaları sadece üstün körü okudum çünkü kitaptaki - varlığı tartışılır olan - genel amaca hiçbir katkı sağlamıyordu. Yorucu ve sıkıcıydılar.


Yazar, kitabında, ergenlikte olan ortalama bir erkeği bence yeterince iyi resmetmişti (tabii benim bu konudaki düşüncelerim ne kadar önemlidir bilemeyeceğim, ne de olsa asla ergenlikte olan ortalama bir erkek olmadım) fakat bunun bana, ergenliğin sonlarına doğru ilerlemeye çalışan bir genç kıza faydası ne?

Kitabı okurken eğlenmedim. Sayfalar kendiliğinden çevrilmedi, kelimeler akıp cümlelere dönüşmedi ve ben de kendimi satırlarda kaybolurken bulmadım. Karakterlerden hiçbirine fazladan sempati beslemedim. Böyle olunca, okumak iyice zorlaştı. Olan biteni az çok anladım ama benim hayat görüşümde, kimlik algımda veya ergenliğe bakış açımda hiçbir şey değişmedi.Yani kitap genel olarak bana pek bir şey katmadı. (Eminim biraz düşünsem kitabın bana katmadığı daha birçok şey bulabilirim ama saat 0.33 ve üzerinde daha çok düşünmek istemiyorum.)

Kitabın çevirisi ise ehti. Tam olarak nerelerde hata olduğunu gösteremem belki fakat kitap çeviri kokuyordu, bu da beni romanın içine girmekten alıkoydu. Ayrıca, bazı yerlerde hatalı çeviri olduğuna yemin edebilirim. O kadar rahatsız etti yani. Belki yazarın kalemi böyledir, bilemeyeceğim, ama eğer öyleyse çevirmen arkadaştan özür dilerim. Ama okurken sürekli yüzümü buruşturduğum bir gerçek.

Sonuç olarak, kitabı okuyabilirsiniz ve belki benden daha çok beğenebilirsiniz fakat bana göre bir kitap değildi ve açıkçası okumasaydım, hiçbir şey kaybetmezdim; tıpkı okuduktan sonra hiçbir şey kazanmadığım gibi. 

Ezgi Tülü

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi. 2014'ten beri kitaplar hakkında konuşuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder